bu bir anne blogu. aklıma ne gelirse yazdığım kendim ve cocuklarım hakkında birçok paylaşım yaptığım özel bir köşe. her kelimesinde bir annenin sevgisi, endişesi, vicdan azabı, uykusuzluğu ve mutluluğu var.
22 Nisan 2014 Salı
yetmiyor, yetemiyorum; YOK YOK yetişebiliyorum :)
Bilenler bilirler, bu sene yüksek lisans yapıyorum. Bahçeşehir Bursa da İnsan Kaynakları üzerine.
Neden mi insan kaynakları;
hepimiz ,yani bu yazdıklarımı okuyabilenler, insanız sonuçta değil mi,
Öyleyse kendimizin , varlığımızın, sebib-i hayatımızın farkındayız ya da olmalıyız diye düşünüyorum
düşünüyoruz, konuşuyoruz savunduğumuz şeyler var. Hayata bir yerlerden bakıyoruz.
Ben İNSAN olmanın erdemlerinin peşindeyim kendi adıma.
nedir bu erdemler;
HOŞGÖRÜ-GÜZEL GÖRÜŞ,
EMPATİ-SEMPATİ,
YETKİNLİK-YETENEK,
İNANÇ-HATIR,
DAVRANIŞ-TAVIR,
gibi gibi gibi
bu MBA döneminde hayata daha farklı bakmaya başladım. ve bunu paylaşmak istedim. onun için yazıyorum bunu bu blogda. hani bu anne bloguydu demeyin. çocuklarıma bu yazdıklarımın da katkısı olacak diye inandığımdan yazıyorum başka bir niyetim yok gerçekten :)
aslında konu şuradan başlıyor: O kadar yoğun bir hayatım var ki bir süredir , koşuşturmacalar içinde haftalar nasıl bitiyor anlayamıyorum. hiç bir şeye yeterince zaman ayıramıyormuşum gibi geliyor. Özellikle de çocuklarıma.
bir durup zamanı kontrol etmenin en azından kendim ve ailem için bir şeylere başlayabilmenin neresindeyim bunu öğrenmem gerekiyordu ve yaptım. nasıl mı ?
"gerçekten benim için önemli olan ne" sorusunu kendime sorarak,
yukarıdaki sıraladığım gibi bir çok denklemin arasında boğuşurken gerçekte neyi kaçırıyorum bunun peşine düşerek,
aynı evde yaşarken , çocuklarla oynarken, birlikte yemek yerken eşimle çok sık göz göze gelmediğimizin farkına vararak
belki de kayınbabamın ani ölümüyle yaşadığımız travmadan ders çıkararak,
hayat çok kısa ve hata yapmak için çok şansımız yok. facebook cümleleri var bir sürü paylaşılan. onlar gibi yazmayacağım. herkes filozof oldu zaten ama gerçekte kimse ne yaptığının farkında değil sanki.
işin özü şu bence:
mutlu olmamız lazım. mutlu olmak için çabalamamız lazım. elimizdekilere her gün sabah akşam şükür edip olmayanlar için dua etmemiz lazım. bize böyle öğretilmişti bizim de böyle olmayı çocuklarımıza öğretmemiz lazım.
dedem ekmeğinin kırıntılarını bile parmaklarını ıslatarak sofradan temizlerdi. ama şimdi çocuklar ekmeğe basıp geçiyor neredeyse.
tatminsizlik, doyumsuzluk adına ne denirse artık tüketim alışkanlığı , elimizdekileri paylaşmamak, gittikçe bencilleşen ve sorumsuzlaşan bir nesil inşa ediyoruz.
her ortamda bizden adam olmaz diyoruz. hiç bir "iyi " yi kendimize layık görmüyoruz
biz atasözü var hani: bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş ... oluyor belki de gerçekten. ama iyi şeyler söylemiyoruz ki iyi şeyler olsun...
ben böyle şeyler düşünüyorum. sevgi kelebeği olmak istiyorum. herkese herşeye saygı duymak, farklılıklardan rahatsızlık duymamak istiyorum. etrafımdakileri ilham kaynağı gibi görmek istiyorum mesela ama o kadar çok kalıp var ki , kalıp yargı ...
bunlar psikolojimin güçlü olmasını gerektiriyorsa destek almak, elimden gelenin en iyisini yapmak çevreme pozitif enerji yaymak istiyorum. bu konuda her türlü öneriye açığım. kitap adı olabilir, ilgili bir seminer çıktısı olabilir, ünlü bir psikolog olabilir, ya da güzel bir ortamda karı-koca ya da kız arkadaşlarla içilecek bir kahve bile olabilir :)
işte böyle yani :)
dedeler
nizamettin dede :)
babacım ne güzel bir dede oldun. torunların ne şanslı. keşke hep yanlarında olsan. seninle aynı sabaha uyansalar, koşup yatağına zıplasalar birlikte kursanız o günün hayalini...
"dedem ne zaman gelecek anne, Ipadini getircek değil mi :)"
aslında oğlumun sıkça sorduğu soru bu ama dedesi oğlumun en iyi arkadaşlarından birisi aslında. şimdi daha çok sohbet etmeye yönelik, konulu oyunlar oynuyorlar birlikte. ya da puzzle yapıyorlar biraz gürültüyle :)
torunlar için bazen karizma hiç de önemli değildir :))
torunları onun herşeyi. üç renk var şimdi onun hayatında : Mehmet Eren , Can ve Ece
kendini bulduğu , iyi hissettiği, hep olmak istediği yer onların yanı işte bu üç renk :)
çocuklar öyledir ama, insanı tazeler, dinamiklerini harekete geçirir iyi hissettirirler. çünkü hesapsız hareket ederler. çıkarsız diyemeyeceğim çok çıkarcılar bu bir gerçek :))
babam için de öyle gerçekten, çocuklaşıyor , daha bir enerjik oluyor, mutlu oluyor kısaca, hem de çok mutlu...
biz nasıl onu özlüyorsak o da bizi özlüyor tabii en çok da torunlarını. zaten artık torunlar biz çocuklu çocuklarının yerini aldı . biz de sebepleniyoruz işte :)
ahh..
İsmail dede :(
özledik dedecik seni biliyor musun.
evet özledik. soruyoruz seni ve içimizi çekerek ağlıyoruz sen aklımıza geldiğinde.
senin gitmiş olman yeterince zor değilmiş gibi evet bir de özlüyoruz seni.
hani küçük bahçede çamur oynayacaktık anne, dedem yazın oynarız demişti.
hani bir sürü oyun hamuru alıp onlardan rengarenk oyuncaklar yapacaktık dedemle, havalar iyi olunca da köye gidip ağaçların dibini kazacaktık kazmayla.
neden gitti anne :(
üzülme annecim, dedecin çok güzel ve de uzak bir yere gitti bir daha dönmeyecek oğlum.
biliyor musun haber gönderdi bir arkadaşıyla, iyiymiş, orası çok güzelmiş. lezzetli yiyecekler varmış, havası çok güzelmiş, çok güzel bir yerde yaşıyormuş, arkadaşları varmış hiç sıkılmıyormuş.
onun için sevinelim ve ona dualar gönderelim olur mu. o senin onun için dua ettiğini bilirse çok mutlu olur.
sonra dua ettik birlikte ,
çok özlüyor. artık daha çok anlıyor yokluğunu. caminin önünden geçerken bakmıyor bahçesine. videolarda rastlarsa kafasını çeviriyor. birlikte çekilmiş fotoğrafını astım duvara, bakmadı desem yeri var.
birlikte çok zaman geçirdiler ve gerçekten birlikte zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorlardı.
koca adam çocuk oldu, küçücük oldu birden bire...Mehmet Erenle birlikte tanıştığı oyun hamuru işinde neredeyse bu işin üstadı oldu. Turuncu kardan adamı unutmayacağız hiç :)
o oğlumun bir arkadaşıydı: arka bahçede çamur yapma arkadaşı, güreş arkadaşı , park arkadaşı, markete gidip çubuk kraker alma arkadaşı, boyama yapma arkadaşı, bisiklete binme arkadaşı :(
Eceye ayrı bir sevgisi , şefkati vardı. birlikte çekilmiş fotograf bulamadım ne yazık ki bulursam sonra ekleyeceğim. Ece tüm şımarıklıklarıyla mest ediyordu kendisini. Namaz vakitleri dışında tüm enerjisini tüm sevgisini Eceye aktarırdı evdeyken.
Eceyi dizlerinde sallayıp uyuttuğunu, sonra yanına kıvrıldığını ve bunun kendisini ne mutlu ettiğini anlatırdı bana.
Yemek yemek Ece için hep sorundur. Babaannesine yardım olsun diye ve özellikle de balık yedirirken Dedesi kılıktan kılığa girer tüm çocukluğunu önüne sererdi adeta.
geçecek bu günler ve alışacağız yokluğuna ama asla unutmayacağız tabi ki.
kim bilir Mehmet Eren de hatırlar belki, biraz da ona hatırlatmak için yazıyorum aslında, ilerde birlikte bakalım, okuyalım, analım diye
ah dedecik vakitsiz bıraktın kuzucuklarını, daha çok işin vardı. onlara tarlada çadır kuracaktın bu yaz. zeytin toplayacaktık beraber. bu yılın yemişleri daha güzel olacaktı görecektin.
toprağın bol olsun dedecik. seni seven kuzuların torunların hep duacıyız. sevgimiz hiç bitmeyecek.
seni unutmayacağız , rahat uyu :(
:(
1 Nisan 2014 Salı
konuşan minik kızım
ece: aglama duzum
(aglayan abisini öperekten :)
eve geldiğimde koşarak kapıda karşılar
yaapıyorsun anne
anne: iyiyim kuzum sen napıyorsun
ece: iyiyim
sonra gider :)))
bebeğini sallarken birden yere bırakır
uyumadı, olmadı !!!
cakış yicem anne (sakız çiğneyeceğim anne )
abinin adı ne kızım
ece: dan (can)
:D
abisinin bütün şarkılarını ezberledi.
dili döndüğünce hepsini söylüyor.
ben buraya video ekleyemiyorum.
ekleyebildiğimde yayınlarım :P
kıyafetlerini artık biliyor.
farklı ve şık birşey giydiğinde hemen aynaya koşuyor.
kendisini uzun uzun seyrediyor. eh ne de olsa aslan burcu değil mi :)
o kadar bilmiş ki,
hiç bir şeyi o istemezse yaptıramıyoruz.
yemek istemiyorum anne , doydum !!!
dediği anda tek kaşık dahi almıyor. öğürüyor kusmakla tehdit ediyor :)
korktum anne deyip olmayacak birşeyi bahane edip koşup sarılması,
uyumaya çalışırken sokulup boynumu mıncıklaması,
manyo yapalım anne, bıcı diyerek banyonun kapısının önünde oturması ve banyo yapılana kadar nerdeyse orda kalması :)
zu iççem, zuuuu, zu iççem anne ....
gece bin kere bunu tekrarlayıp bir türlü uykuya gitmemesi
evcilik oynarken güya bana çay ikram edip
sonra bardağı elimden çekip,
men içcem yaaa menim amaaa
deyip karşıma geçip hüüp yapması (bunu da kimden gördüyse artık :)
datlı datlı kudular, fıttık fıttık kudular
boncuk boncuk makarna sen de düdük makarna
bunları ben onlara söylerken kendince şarkı yapıp
herkesin bildiği nakarat haline getirmesi
evimizin neşesi, çaktırmasa da ağabeyini bile güldüren küçük cimcime.
güzellik. mavişim.
11 Mart 2014 Salı
okullu kuzum
okullu olduk çoktan
ama...
her sabah zorlanıyoruz hala okula gitmek için;
yine de akşam eve dönüşlerinin keyifli oluşu , okulda yaptığı aktivitelerin ne denli eğlenceli oluşu, şarkılar , oyunlar , öğretmenlerinin sevgisi ertesi gün gitmek için geçerli gerekçelerimiz
bay mikrop, ellerim tombik tombik, tak tak tak, yıldızlar pırıl pırıl parlar bunlar en favori şarkılarımız.
en çok sulu boya ile baskılı ve yapıştırmalı resimler yapmayı seviyoruz.
kagıt katlamayı da çok seviyoruz. labirentleri çözmeyi, noktaları birleştirmeyi de başarıyoruz doğrusu.
ingilizce derslerini de zevkle bekliyoruz. öğrendiklerimizi evde tekrarlarken herhangi bir telafuz farklılıgını begenmiyoruz "Banu teacher öyle demiyor ama !!! " :)
arkadaşlarını da çok sık anmaya başladı. Kerem için bir deney yaptık mesela ya da Ömer için ya da Mert için birşeyler yapıyoruz. Kızlardan ise Elifnaz ve Burçin ile oynuyoruz galiba. sadece isimlerini hızlıca zikrediyor. yani o konuda çok net değilim bahsetmiyor :)
çoraptan kukla yapma fikrine bayıldık ... evde de yaptık sonra :)
okulda yaptıgı ve eğlendiği aktiviteleri evde de yapmak istiyor ama takdir edersiniz ki aynı performans olmuyor. bizim yaş ortalamamız sınıfınkinden yüksek malesef :)
her türlü elde yapılan "bay becerikli (mr maker) " tarzı aktiviteyi destekliyor ve de bayılıyoruz :)
Amaaa 2 gündür okulu ekiyoruz. Uzun zamandan sonra Dedemiz ve ananemiz geldi. Birlikte takılıyorlar evde. resimler , oyunlar . keyfimize diyecek yok. Bu arada dedemizde de ne cevherler varmıs meğer. resimler yapıyor. labirentler çiziyor. sonra onlardan resim sergisi yapıyorlar. Harika! doğrusu kıskanmadım desem yeri var. insan kendi çocugundan babasını kıskanır mı. bilmem .. belki de kıskanır :)
bir de şarkı söylerken ekleyeyim oğluşumu dedim :)
4 Mart 2014 Salı
canım kardeşim
canım kardeşim |
bugune çok hüzünle başladım.
son zamanların en şiddetli pazartesi sendromunu sanırım bugun yaşadım.
Oğluşum telefonda ağladı diye oturdum ben de ağladım.
hem de şefimin ve iş arkadaşlarımın önünde aniden geldi gözyaşlarım, tutamadım
neden mi ?
anlatayım ... (panik yok. anlatacağım...)
dün akşam kanepede otururken kardeşini bir sebepten ayağı ile iterek düşmesine sebep olan oğlum, ona durumu açıklamasına mahal vermeden fırça atan babası, canının acısıyla ya da durumun gerginliği ile bilmiyorum ağlamaktan kıpkırmızı olan küçük Ececim üçgeni arasında tam ne yapacağımı kestiremezken ,aniden karar vererek; Eceyi babasının elinden kapmak suretiyle mutfaga götürüp mama koltuguna oturtup şarkılar mırıldanıp , şebeklikler yapıp ardından hızlı bir şekilde mama yedirmeye başlayıp onun susmasını sağladıktan sonra , bu işi babasına devredip yine çok hızlı bir şekilde Mehmet Erenin yanına gittim.
oğluşumu ışığı kapalı odasının ortasında yere çökmüş. elinde oyuncağı. sessiz sessiz ağlarken buldum :(
içli içli , minicik yanağından aşağıya hızla yuvarlanan gözyaşlarını silmeye elleri yetişmezken burnunu çekmeye uğraşıyor . içim çekildi. yanına oturdum. onu yavaşça kucağıma aldım. sarıldım. sesi hala çıkmıyordu ama tüm vücudu seğiriyordu.
ona belli etmemeye çalışarak ben de ağladım. o ağladı ben ağladım. ne kadar sürdü bilmiyorum. ben kendimi toparladıktan sonra ancak sorabildim.
"annecim neden ağlıyorsun burada tek başına" dedim. "babam bana kızdı " dedi. neden kızdı biliyor musun peki dedim. "Eceye vurdum zannetti anne , ama vurmadım ki. gerçekten vurmadım anne, sadece ittim. ama düşeceğini düşünmedim. onu düşürmek istemedim. onun canını acıtmak istemedim anne." korkmuştu. aslında babası ona kızdıgı için değil. kardeşinin canını yaktıgını düşündüğü için korkmustu. aynı anda ikimiz de bunu farkettik. Ecenin yanına gitmek istedi.
Birlikte mutfaga gittik. az önceki olaydan hiç bahsetmedik. gecenin ilerleyen saatlerinde herşey unutulmuştu. ufak tefek sürtüşmeler olsa da Eceyle oyun oynamaya çalıştılar.
Oyun oynarlarken kavga edip ağladıkları çok oluyor. mümkün oldugunca taraf olmayıp, müdahale etmeyip , iş birbirlerinin canını acıtma noktasına geldiğinde onları ayırmaya çalışıyoruz o kadar :)
gece çok geç uyudular. o kadar ki neredeyse ben uyuya kalıyordum. kıpır kıpır döndü durdu Ece. bir ara hareketleri durdu. hah dedim uyudu. yavaş ona dogru eğildim oda karanlık yüzünü göremiyorum "melaba anne " demez mi. gecenin karanlıgında bir o gülüyor bir ben yaramaz cimcime. kendi değimiyle "cimceee " :)
gece çok geç uyudular. o kadar ki neredeyse ben uyuya kalıyordum. kıpır kıpır döndü durdu Ece. bir ara hareketleri durdu. hah dedim uyudu. yavaş ona dogru eğildim oda karanlık yüzünü göremiyorum "melaba anne " demez mi. gecenin karanlıgında bir o gülüyor bir ben yaramaz cimcime. kendi değimiyle "cimceee " :)
bundan sonrasını da salı günü yazıyorum:)
akşam omlet yaptık beraber.
"babaannem omlete süt katmıyor anne " dedi Merhmet Eren gayet ukalaca :)
"ama ben katıyorum annecim. "dedim gayet kararlıca :) "hem ben peynir de katıyorum " dedim, "ama babaannem katmıyor" dedi yüzünü buruşturarak :)
tabi benim dediğim gibi yaptık. içine bir sürü şey kattık. o da karıştırdı. Ece de yardım etti. malzemelerin sırayla ekleniyor olması bir zaman sonra hoşuna gitti. daha çok malzeme katmak istedi. hatta elma bile ...:) sanırım emek kendilerinin olduğu için pişmesini sabırsızlıkla beklediler.
"hmmm nefis olmuş annecim. ellerine sağlık. peynir de çok lezzet katmış " dedi bıdık
yemeği de böyle piknik ortamında yediler
Ece hariç ...:(
ona yemek yedirmek nedense çok zorlaştı. oyun oynarken bile yediremiyorum. istemezse hayatta yemiyor. Mehmet Eren daha kolay yiyormuş onu anladım.
ne yapacağım bilmiyorum. yemek seçmek de var. tadını beğenmezse yemiyor.
zorlamak istemiyorum yemek saati işkence olmasın diye ama annelik, üzülüyorum işte
eve gitme saatim geldi yaşasın kuzulaaar geliyorum :)
18 Şubat 2014 Salı
bir gökkuşağı masalı
bir varmış bir yokmuş....
yeryüzünde çok uzun yıllardır yağmur yağmayan bir köy varmış. öyle ki kuraklıktan susuzluktan kavrulmuşlar. o kadar ki ruyalarında bile yağmuru görmez olmuşlar.
küçük çocuklar yağmur denen şeyin ne olduğunu neye yaradığını hiç bilmez, kitaplardan, masallardan okuduklarıyla öğretmenlerinin anlattıklarıyla anlamaya çalışırlarmış.
bir gün başka bir ülkeye giden bir adam kendi köyüne geldiğinde köyün meydanına çıkıp "duyduk duymadık demeyin, ben yağmur gördüüm . yağmurda ıslandıım. yağmurun altında dolaştım. o kadar güzel bir şey ki keşke bizim köyümüze de yağmur yağsa " diye avazı çıktığı kadar bağırmış. defalarca tekrarlayarak yaşadğı bu güzel tecrübeyi paylaşmış. duyan etrafına toplanmış. bir daha anlat diye neredeyse yalvarmışlar. adamcağız zaten her anlatışında yaşadığı bu güzel tecrübenin zevkine bir kez daha vardığı için hevesle , heyecanla bir daha bir daha bir daha anlatmış. günlerce konuşulmuş ,yaşlılara umut, çocuklara masal olmuş bu konu.
derken bir gün köylüler toplanıp yağmur için Allaha dua etmeye ve ondan yağmur istemeye karar vermişler.
köyün meydanında toplanmışlar el açıp Allaha yakarmışlar. "Allahım başka insanların köyüne yağdırdığın gibi bizim köyümüze de yağmur yağdır. bizim topraklarımız da ıslansın. biz de yağmurda serinleyelim. hayvanlarımız yağmurda dolaşsın çocuklarımız yağmur altında oynasın " diye dualar etmişler.
yağmur öyle güzel, öyle ılık yağmış ki topraklar kana kana su içmiş, hayvanlar yağmur altında koşturmuş, çocuklar yağmur sularında oynamış hiç bitmeseymiş, hiç dinmeseymiş keşke...ama bitmiş
ardından güneş açmış. herkes tam üzülmeye başlamışken bir çocuğun sesiyle irkilmişler.
GÖKKUŞAĞI!!!
ben bunu okuldaki kitaplarda görmüştüm. nasıl olduğunu hiiç bilmezdim. nasıl da güzel renkler bunlar böyle. daha önce hiç bu kadar parlak rengi bir arada görmemiştim . inanamıyorum ne kadar da büyük. diye hem bağırıyor hem de sevinçle olduğu yerde zıplıyormuş.
Köylüler ıslak ve şaşkın olup biteni sindirmeye, yaşadıklarının güzelliğini hafızalarına kazımaya çalışıyorlarmış.
herkes çok mutluymuş. Hayatlarında ilk defa yağmur gören çocuklar günlüklerine not etmiş bu güzel hatırayı.
Gökkuşağı altında dilekler tutulmuş ortalık adeta bir şölene dönüşmüş.
mehmet erene dün gece bu masalı anlattım. bir yerlerden esinlenmedim tamamen doğaçlama gelişen bir masaldı. oğlum nasıl duygulandı anlatamam.
annecim yağmur yağmazsa ne olur. biz susuz mu kalırız. hayvanlar susuzluktan ölür mü diye sordu
ben de o an içimden bu masalı buraya aktarıp Allaha bir çeşit dua olmasını düşünüyordum. kalktım ve de yazdım. Allah bizleri, ağaçları, hayvanları yani hiçkimseyi yağmursuz susuz bırakmasın.
gökkuşağı renkleri hiiç solmasın
6 Şubat 2014 Perşembe
"neden birlikte uyuycaz ki anne ??? "
Mehmet Eren epeyce alıştı kardeşine. Yani bazen onunla oyun oynamak bile istiyor !
Yine de genelde hala rakip olarak görüyor bu bir gerçek.
Eşyalarını alan, oyuncaklarıyla oynayan , defterini karalayan, kalemini ısıran yani "beni rahatsız ediyor anne" dediği bir kişi o :D
Dün gece yan yana yatırdım ikisini de rahat mıncıklamak için. Sürekli "neden birlikte uyuyacağız ki anne ??? " dedi durdu; rahatsız oldu. birlikte uyuyacaklar sandı. istemedi.
Oyunlarda herkese roller verir : bazen korsan olursunuz bazen kötü kalpli cadı ; bazen ayı winnie olursunuz bazen baykuş. Eceye de rol veriyor bu sıralar. fark ediyorum da sanki daha çok çabalıyor onu da oyunlarına dahil edebilmek için. ama Ece küçük daha, uyum sağlayamadığı durumlar olabiliyor. ama o kadar çok gayret ediyor ki miniğim. Hiç bir şey yapmasa Ağabeyini taklit etmeye uğraşıyor komik şey. Eceye verdiği roller genelde küçük canlıları ifade ediyor. piglet , küçük tavşan, minik kedi gibi. Buradan onu sevdiği sonucunu çıkartmaya çalışmam annelik içgüdüsüyle midir bilmiyorum ama olsun öyle bile olsa güzel :)
Ece'nin taklit dönemi galiba. hem söylenenleri tekrarlamaya çalışıyor hem de taklit yapmaya çalışıyor şapşal. Almış eline yoğurt kasesini ve kaşığını sırayla üçümüze yoğurt yedirdi hem de bitirene kadar . Ben bunlara gezinirken yemek yediriyorum ya o da aynısını yapmaya çalışıyor aferin bana :) " bu da ayrı bir konu ama olsun hiç değilse kursaklarına bir şeyler iniyor. ben şikayetçi değilim. zevkle yapıyorum. elbet bir gün kendileri yerler :). bu konuda eleştiri istemiyorum yani :) !!! "
Mehmet Eren de bir bilmece merakıdır gidiyor. Akşamları ailecek karşılıklı bilmeceler sorup bilemeyeni veya zor soranı gıdıklıyoruz :) çok eğleniyor. ama güzel soruyor kerata. kendince şaşırtmalar yapıyor. "yemek yemek için kullanırız" mesala. bir milyon cevap bulabilirsin. ama o sen ne söylersen başka birşey söylüyor. maksat başka ! çatal diyorsun hayıır kaşıktı. bilemedin hadi gıdıkla :)
kuzular :D
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)